Çocukluk ve Gençlik Yılları

1746-1768

Johann Heinrich Pestalozzi, 12 Ocak 1746’da ebeveynlerinin Zürich Oberer Hirschgraben'daki evlerinde dünyaya gelmiştir. 16. yüzyılda atası Johann Anton Pestalozzi, İsviçre'nin komşusu Kuzey İtalya bölgesindeki Chiavenna'dan Zürich'e göç ettiğinden beri vatandaşlık haklarına sahipti. Aile, fertleri uzun dönem ticaretle uğraşmış, bazıları memur olarak da görev yapmıştır. İlk olarak Pestalozzi'nin büyük babası Andreas Pestalozzi teoloji okumuş ve Zürich yakınlarında Höngg’de, sadece şehir vatandaşlarının kabul edildikleri bir memuriyet ile papazlık yapmıştır.

Pestalozzi'nin hayatının ilk yılları ailevi çalkantılar ile geçmiştir. Sekiz evlilik yılı içerisinde yedi çocuk dünyaya gelmiş, fakat dördü yine bu yıllar içerisinde vefat etmişlerdir. Babası Johann Baptist vefat ettiğinde, Johann Heinrich Pestalozzi henüz beş yaşındadır. Ailenin ekonomik durumu, Zürich’de yaşayan diğer ailelerle kıyaslandığında oldukça yetersizdir. Babaları cerrah olarak görev yaptığı sırada dahi ailesini neredeyse doyuramamış ve vefatından sonra durum daha da kötüleşmiştir.

Annesi, hayatta kalan üç çocuğuyla birlikte maddi durumları daha iyi olan ve onu maddi olarak desteklemelerine rağmen, vatandaşlık haklarına sahip olmadıklarından dolayı, Zürich gölünün sol kıyısında bulunan Richterswil'deki akrabalarının yanına taşınmamıştır.

Çocuklar için okulların ve iyi eğitim koşullarının var olması nedeniyle, halen vatandaşlık haklarına sahip olan aile, Zürich'te kalmıştır.

Yoksulluk içerisinde, geçirmiş oldukları travmatik ailevi tecrübeler dolaysıyla anne ve evin sadık hizmetkârı Barbara Schmid, çocukları, üzerlerine titreyerek bakmışlar. Böylece Pestalozzi, bir çocuk olarak fazlasıyla can sıkıcı bir ortamda, tecrübesiz ve aşırı bir dikkatle büyütülmüş ve 1804 yılındaki hatıralarında kendi durumunu Hans Konrad Escher'e (von der Linth) şöyle anlatmıştır:

«İnsanın vatandaş olarak, kullanışlılığının ilk temellerini attığı her adım, benim gençlik yıllarımda başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bana, ahırını terk etmesine izin verilmeyen bir koyun muamelesi yapılıyordu. Sokakta oyun oynayan akranlarımın yanına gidemiyordum, onların oyunlarının, alıştırmalarının ve sırlarının hiç birini bilmiyordum. Tabii ki onları için beceriksiz ve gülünç biriydim. 9. ya da 10. yılda bana, şapşal ve sakar anlamına gelen ’Heiri Wunderli von Thorlicken‘ adını takmışlardı.» (PSW 29, 104)

Bu dönem için şöyle devam eder Pestalozzi:

«Diğer çocukların evde ya da dışarıda, günlük hayatın içinde binlerce şeye dâhil olarak tecrübe ettiği sıradan hayati becerilerin hiç biri bende yoktu. Çocukluğumda, kendimi mantıklı ve eğitici bir şekilde meşgul edebileceğim hemen hemen hiç bir şeye sahip olamadığımdan ve (bu amaçların için kullanılabileceklerin dışında) elime geçen her şeyi bozduğum veya parçaladığımdan, yapılabilecek en iyi şeyin, elime hiçbir şeyin geçmemesini sağlamak olduğu düşünülüyordu. ‘Yerinde duramaz mısın? Ellerini oynatmadan duramaz mısın?’ Her an duymak zorunda olduğum sözlerdi bunlar. Bu, benim doğama aykırıydı; sakin oturamıyor, ellerimi kımıldatmadan duramıyordum. Gerçekten de bunu yapmamam benden ne derece ısrarlı istenirse o, tam aksine o oranda artıyordu. Hiç bir şey bulamazsam elime bir ip alır ve nihayetinde bir ipe benzemeyecek hale gelene kadar onu kıvırırdım. Elime geçen her yaprak, her çiçek aynı kaderi paylaşıyordu. Kendi yapısında dönmeye hazır bir dişli çark düşün ve bunu inatla, durmadan, zorlayarak tutukluk yapana kadar tersine çevrildiğini düşünün. Ve buna karşı düzeneğin harcamak zorunda kaldığı enerjiyi tasavvur edin. İşte, benim gelişmek ve eyleme geçmek için bekleyen güç ve enerjim, böyle bir durumdaydı. Bunlar, kendilerini göstermek istiyor ve gösterebiliyorken bastırıldıkça, daha şaşkın ve şiddetli olarak ortaya çıkıyorlardı.»

Pestalozzi, o zamanlar memleketi Zürich'te, kapıları genç ve zeki bir vatandaşa açık olan tüm okullara gitmiştir. Grossmünster'deki Carolina'yı bitirdikten sonra, Carolinum Kolejine devam etmiştir. Bu okulun öğretmenleri o zamanki İsviçre ve Zürich Aydınlanma Hareketini etkileyen isimlerdi. Pestalozzi, önceleri dedesi gibi rahip olmak istiyordu, sonra Hukuk eğitimine başladı. En çok tanınmış öğretmeni Johann Jakob Bodmer (1698 – 1783), Zürich ve İsviçre sınırlarını aşan bir üne sahipti ve çevresinde yetenekli üniversite öğrencilerini toplamıştı.

Haftada bir defa, akşam saatlerinde derici loncasında bir araya gelen grup, «Gerwe Helvetik Topluluğu» veya kısaca «Vatanseverler» diye biliniyor ve «Hatırlatan» adında bir dergi çıkarıyorlardı. Vatanseverler toplantılarında eski ve yeni filozofların fikirleri derinlemesine tartışılırdı: Platon, Titus, Livius, Sallust, Cicero, Comenius, Macchiavelli, Leibniz, Montesquieu, Sulzer, Hume, Shaftesbury, Lessing ile birlikte özellikle ve tekrar tekrar Jean Jacques Rousseau. Bu buluşmalarda genç insanlar, yüksek yaşam ideallerini gerçekleştirmek için gerekli olan sosyal projeleri öğreniyor ve bu hayat koşullarını kendi şehirleri ve çevreleri ile kıyaslıyorlardı.

O zamanlar Zürich'te iktidar az sayıda egemen ailenin elindeydi ve onları eleştirenler veyahut yalnızca hali hazırda geçerli haklarını talep edenler bile, kovuşturma ve sürgünü göze almak zorundaydı. Çevre köylerden gelen çiftçiler mahsullerini, önceden belirlenmiş fiyatlarla şehirde satmak ve kendi ihtiyaçlarının çoğunluğunu da şehirde satın almak zorundaydılar.

Asıl ticaret ve büyük çapta esnaflık, sadece şehrin ileri gelen vatandaşları tarafından yapılabilirdi ve şehirdeki resmi makamlarda ve kiliseye ait görevlerde sadece vatandaşlık haklarına sahip olanlar görev yapabilirdi.

Düşünce özgürlüğü sıkı bir sansürle büyük ölçüde kısıtlanıyordu. Vatanseverler, haftalık toplantılarında yöneticilerin sadece kendilerini düşünen yönetim şekillerini eleştiriyor ve yöneticilerde asabi tepkiler veriyorlardı. Fakat öğrenciler geri adım atmıyor ve Zürich dışında da tanındığından dolayı «Efendiler» Bodmer'e dokunamıyordular.

Pestalozzi, memleketinde sergilediği çıkışları, devlet reformu düşüncelerine olumlu bakışı, adil yönetim, eşitlik, kuvvetler ayrımı talepleri, çiftçilerin ve toprak işçilerinin sömürülmesine karşı çıkması ve bunlara son verilmesini talep etmesi onun, sadece olumsuz dikkatleri kendi üstüne çekmesiyle kalmamış, resmi görevlere getirilme fırsatını da erken yaşta ve uzun süre yitirmiştir.

Pestalozzi’nin, ilk basılmış olan eserleri «Agis» ve «Arzular» bu zamana aittir.

 

«Agis» Pestalozzi'nin günümüze ulaşabilmiş ilk eseridir ve büyük ihtimalle Zürich'teki sansüre takılmamak için, Lindauer Journal gazetesinde 1765 yılında yayınlanmıştır.Pestalozzi’nin kaleme aldığı hikâyede; Sparta kralı Agis'in reform politikası, egemen ve malik aristokrasinin direnişi dolaysıyla sonuçsuz kalır. Pestalozzi, «Bizim durumumuza ilişkin bir eleştiri değildir» diyerek başarılı bir ironi ile Zürich ile olan paralelliği vurgular.

«Arzular» adlı yazısı da '«Hatırla'» dergisindeki vecizeler içeren denemelerin devamı olarak, 1766' da yayınlanması, Pestalozzi'nin eleştirel duruşunu belirgin kılar. Yazı şöyle başlar:

«Kendi yurdunda böyle benim gibi sıradan bir genç, kusur bulmamalı, daha iyi olanı yapmaya çalışmamalı çünkü bu onun sınırları dışındadır. Bunu bana her gün söylüyorlar. Ama dilemeye, hayal kurmaya iznim var değil mi? Bunu bana kim yasaklayabilir ya da fazla görebilir? Yani ben hayal etmek istiyorum. Ve hayallerimi insanlara okumaları için basılı halde vermek istiyorum. Ve hayallerimle dalga geçenlere, ‘şifa’ diliyorum.»

 

Zürichli üniversite öğrencilerini en çok etkileyen Jean Jacques Rousseau idi. 1762 yılında «Toplumsal Antlaşma» ve «Emile» yayınlanmıştı. Her iki eserde onlarda, doğal, erdemli ve özgür yaşam idealini canlandırıyordu. Şehir insanının yaşamı Pestalozzi ve arkadaşlarına bozuk, kusurlu ve yapmacık geliyordu. Buna karşın, çiftçiler; – en azından onların hayallerinde – sade, güçlü ve doğayla iç içe yaşıyorlardı. Bu düşüncelerle Pestalozzi'de taşradaki yoksul ve kimsesizlere yardım etme isteği hâkim oldu. Büyük babasının Papaz olarak görev yeri olan Zürich'in Höngg köyünü, küçükken birçok defa ziyaret etmiş ve taşralı kesimin eğitimsiz, haklardan yoksun ve acınacak haldeki durumuna – daha iyi durumda ve haklara sahip bir şehirli çocuk olarak – birebir tanık olmuştu.

Böylece 21 yaşında öğrenimini yarıda bırakarak çiftçi olmaya karar verdi. Mesleki olarak bilinen anlamda çiftçi olarak değil de geniş bir arazinin sahibi olarak, oradan elde edeceği gelirle, eğitimli ve çeşitli ilgi alanlarına sahip bir şehirli olarak, geçimini sağlayacak şekilde bu işi icra etmek istiyordu. Fakat bunun için gerekli olan koşullar Pestalozzi'de eksikti, özellikle ziraat ve tarım işletmeciliğiyle ilgili hiç bilgisi yoktu. Böylece 1767’nin yazında Bern kantonundaki Kirchberg'de Johann Rudolf Tschiffeli'nin yanında modern meyve ve sebze tarımını öğrenmek için meslek eğitimine başladı.

Ziraatçılıkta, o dönemin aydınlanma ve fen bilimlerinin getirmiş olduğu yenilikler dolaysıyla bazı temel değişiklikler yaşanmaktaydı. O zamana kadar devam edip gelen üç alan ekonomisi (birini nadasa bırakmak üzere biri kış öncesi, biri kış sonrası, iki ayrı ürünün ekilmesi) yerine, daha yoğun ekim ve bilinçli gübre kullanımı ile nadasın devre dışı bırakılması söz konusuydu.

Tschiffeli, bu gelişmenin itici güçlerinden biriydi ve Pestalozzi, onun gibi başarılı olmak istemişti. Pestalozzi’nin kararı, ziraat konusunda pozitif felsefenin temellendirmeleriyle destekleniyordu. Daha öncesi Fransız Merkantilizm’inin ticaret anlayışıyla, değerli metallerin rezervleri ekonomik refahın temeli olarak kabul görürken, Rousseau’nun takipçisi olan fizyokratlar buna karşı çıkıyorlardı. Onların kanaatine göre, bir toplumun refahı topraktan gelen doğal mahsullere dayanıyordu. İlk başta sağlıklı bir ziraat şarttı, bundan dolayı halk ekonomisinin ilk görevi tarımı modernize etmekti. Fizyokrasi (insan toplumlarının tabii kanunlarla yönetilmesi), devletin zorunlu tarım yaptırımlarının kısıtlanmasını, (mesela ticaret ve esnaflık serbestliğinin olmayışını, locaların üretimi kontrol etmesini) ve böylece güçlerin özgürce kullanılmasıyla bireysel tarım ekonomisinin doğal bir dengeye ulaşmasını teşvik ediyordu. Halkın ekonomik ihtiyaçlarının en uygun şekilde karşılanmasının sonucu, serbest piyasa ekonomisinde rekabet ve uluslararası serbest ticaret olmalıydı.

 

Pestalozzi’nin 21 yaşında fiilen bir mesleği icra etmek için çabalaması, ekonomik açıdan külfete de sebep olmasına rağmen, moda olmuş olan bir çiftçi hayatı yaşama özlemi ve ziraatçılara iyi bir örnek olarak yardımcı olmak isteği dışında da oldukça geçerli bir nedeni vardı; Pestalozzi âşık olmuştu, evlenmek ve gelecekteki ailesini standart ölçülerde geçindirebilmek istiyordu. 29 yaşına ulaşmış bulunan Anna Schulthess’e olan aşkı, 1767 yılında, henüz 23 yaşındayken ciğer yetmezliğine yenik düşerek, vefat eden, Menalk lakablı ortak arkadaşları Johann Kaspar Bluntschli’nin ölümüyle başlamıştı.

Menalk, «Vatanseverler» cemiyetindeki bireysel gelişim çalışmalarındaki örnekliği ile arkadaşlarını cesaretlendirmişti. Genç yaşında ölüm döşeğindeyken, kendisinden iki yaş daha genç olan arkadaşını kendi yüksek ideallerine ulaşabilecek biri olarak görmesi Pestalozzi’nin, koşulsuzca kendi hayatını tehlikeye atma pahasını dahi göze alarak, sosyal ve politik koşulların iyileştirilmesine yönelik mücadele etme kararını kesinleştirmişti.

Ortak arkadaşlarının ölümü, ikisini de derinden etkilemişti ve Pestalozzi, kendisini bu acı ile Anna Schulthess’e bağlı hissediyordu. Bu ortak yas, ister istemez Pestalozzi aşka olan tutkusunu – bir volkanın onu tüm gücüyle yutmakla tehdit etmesi misali uyandırmıştı.

İlerideki eşine yazdığı ilk mektupların birinde, şunları okuyabiliyoruz:

«Matmazel! Yeniden huzurumu arıyorum. Ama boşuna. Görebiliyorum ki umutlarım kayıp. Düşüncesizliğimin cezasını ebediyen sürecek efkârla ödeyeceğim. Ben size hayran hayran bakmaya cesaret ettim, sizinle konuşmaya, size yazmaya, sizin hissettiklerinizi düşünmeye, hissetmeye, size söylemeye cüret ettim. Oysa umudun kaybolduğu bir yerde, kalbimin zayıflığını görerek, bu tehlikelerden kaçınmalıydım.

Şimdi ne yapmalıyım? Susmalı mıyım? Sessiz bir efkârla kalbimi mi süslemeliyim? Konuşmadan, umut etmeden, acımın hafiflemesini mi beklemeliyim? Hayır! Susmak istemiyorum. Eğer umut etmemem gerektiğini bilirsem bu benim için bir rahatlama anlamına gelecektir. Ama neyi ummak? Hayır, hiç bir şeyi ummamalıyım! Siz Menalk' i gördünüz ve sevebileceğiniz adam ona eşdeğer olmalı. Ya ben! Kimim ki ben? Ne büyük bir fark! Menalk'e benzemediğim, size layık olmadığım için, en mahzun kelimelerin ölüm oyununu hissedebiliyorum. Biliyorum, bir cevabı hak ediyorum, onu alacağım, başka bir şey beklemiyorum. Bütün gün, meşguliyetsiz, işsiz, düşüncesizce sürekli iç çekerek dolaşıyorum. Oyalanacak şeyler arıyorum, bulamıyorum. Mektubunuzu alıyorum, okuyorum, yine okuyorum, hayal kuruyorum, umut ediyorum sonra umudumu yeniden kaybediyorum. Çok korkan bir anneyi tanımadığım bir hastalığın sebepleriyle dolu hikâyelerle kandırıyorum, arkadaşlarımla iletişimden kaçınıyorum. Günün hareketliliğinden kaçıp kendimi en ıssız, en karanlık odaya kapatıyorum. Kendimi yatağa atıyorum, uyuyamıyorum, huzur bulamıyorum, kendimi yiyip bitiriyorum. Bütün gün sadece sizi düşünüyorum, konuştuğunuz her kelimeyi, sizi gördüğüm her yeri. Gücümün tamamını, içimdeki tüm sükûneti kaybettim ve sadece size bağımlıyım. Sizin dikkatinizi çekmeye çalıştığım şu anda, ne kadar küçük ve küçümsenecek biri olarak görünüyor olmalıyım. Benim hassasiyetimi bilmeyerek, bana arkadaş olarak, hisseden, hem de yoğun olarak hisseden kalbimi arkadaşlığınızla ne ne tür tehlikelere saldığınızı düşünmediniz. Menalk'e olan duygularınızı benim kucağımda döktünüz, benimkileri dinlediniz ve onlarda kendinizinkileri buldunuz! Ben ne yaptım? Siz ne yaptınız! Size olan saygım şimdilerde şiddetli bir aşkın tutkunluğuna dönüştü. Her gün, her saat, her an daha da artıyor. Menalk'i kaybedişimin beni ezdiği yetmezmiş gibi, ikinci bir dertle, iki derdi bir arada yaşamak zorundayım. [...]

Size üç defa yazdım ve üçünde de mektubu yırttım. Artık bunu yırtmak istemiyorum. Şimdi konuşmayı görevim olarak görüyorum. Aksi takdirde susarak, sadece sağlığımı tehlikeye atıyor ve keyifsiz oluyorum. Siz kalbimi tanıyorsunuz. Siz, sahtelikten ne kadar uzak olduğumu biliyorsunuz. Utangaçlığımı biliyorsunuz. Bu adımı atmanın benim için ne denli zor olduğunu kesinlikle biliyorsunuz. Daha fazla özür dilemek istemiyorum.

Ulu gök! Bana yardımcı ol ki sabırla doğru cevabı bekleyeyim. Ve siz, sevgili Schulthess! Beni, bana yeniden hediye etmek için acele edin. Ey kararın arasında geçen saatler, anlar! Kalbim çarpıyor, nasıl dayanacağım? Şansım, huzurum, geleceğim, ben, tamamıyla ben, bu cevaba bağlı.

Acele edin, cevap vermeniz için size dizlerinin üzerinde yalvaran Pestalozzi'nize cevap verin.» (PSB 1, 3-5)

Anna ve Heinrich birbirinden çok farklı bir çiftti. Anna, bir şehir güzeli, her zaman yeterince parası olmasına alışkın, zeki ve eğitimli, dindar, ince fikirli ve duyarlı, bir yandan daha çok soğuk ve mesafeli, diğer yanda aynen Pestalozzi gibi gazaba yatkın. Pestalozzi fiziksel olarak yakışıklı sayılmaz, bazı durumlarda beceriksiz, diğerlerinde ise yüksek yeteneğe sahip. Dünyanın daha iyi bir yer olması için yüksek bir hayal gücüyle kurulmuş olan planları olan, yoksul ve şehirde hiçbir söz hakkı olmayan bir soydan gelen, dul bir kadının oğluydu. Anna'nın bakış açısına göre de kendisi ile Pestalozzi arasında açık ve belirgin bir sınıf farkı vardı ve bu sebepledir ki ilk görüşmelerinde Anna ilişkilerinin çevrelerinden gizli tutulması konusunda ısrar etmişti.

Anna'nın ebeveynleri, Schulthess'ler, Pestalozzi'nin niyetini öğrenince, onu kapıdan dışarıya atarak kapılarını kilitlemişlerdi. Böylece ikisine gizli buluşmaktan ve birbirlerine günlük ya da haftalık mektuplar yazmaktan başka çare kalmamıştı. 1767 baharından evlendikleri 1769 yılı Eylül ayına kadar geçen süreden, günümüze ulaşabilmiş olan, 650 kitap sayfasın aşan 468 mektup kalmıştır.

Pestalozzi'nin Anna'ya olan tutkulu aşkı, onun başlangıçtaki karşı koyuşu, daha sonra yavaş yavaş ancak soğuk yaklaşması, daha sonra tutkulu aşklarının meydana çıkışı, karşılıklı şairane, esprili ve sevecen aşklarının açılıp serpilmesi, daha sonra hakikat ve erdemlilik için ortak verdikleri mücadele ve zengin Schulthess ailesinin her türlü aşağılama ve yaralamasına karşı verdikleri mücadele! Tüm bunlar karşısında, bugün bu mektupları okuyan hiç kimse kayıtsız kalamamakta, özellikle Pestalozzi'nin zengin duyguları, yüce gönüllülüğü, saygınlığı için duyduğu kaygı ve aynı zamanda da halkı için takip etmiş olduğu misyonunu gösterirler.

Bu mektuplarda yer alan kendini yansıtma biçimi ender bulunan otobiyografik değere sahiptir. Pestalozzi'nin 21 yaşındayken yazdığı açıklayıcı bir mektupta, kendisini çekinmeden karakterize edişi, değer yargılarını taviz vermeden açıklayışı kendi bakış açısının taslağını sunması, daha sonraki yaşamının ana hatlarını belirgin kılıyor.

Karısı ve çocuklarını gözetmeksizin vatanına hizmet etmek istiyor, hevesini yaptıklarındaki düşüncesizliğini biliyor; Anna'nın zengin akrabalarının yardımını hesaba katıyor, Rousseau'nun eğitim önerilerini uygulamak istiyor, oğullarının başıboş dolaşan şehirli insanlara dönüşmesini istemiyor. Zayıflığını, hastalığını ve yakında öleceğini yeminle tasdik ederek, depresif, melankolik konulara giriyor.

Yazılarında sunduğu bazı manzaralar ne kadar ferahlatıcı görünmelerine rağmen daha sonra tamamen yanılsama olarak kendilerini göstermişlerse de mektuplarında tekrar tekrar gelecekte, kırsalda yaşayacakları birlikteliklerinin hayalinden bahsediyor. Mektupları meslek seçiminin nedenlerini, sosyolojik amaçlarını çok açık biçimde gösterir.

«Arkadaşım, şehrin bizim niyetlerimizin yeşermesi için uygun bir yer olmadığını doğruladığınız için büyük bir sevinç duyuyorum. Kötü huylar ve sefalet kulübemden uzak olsun. Bu yalnız kulübede şehrin kargaşasından çok vatan beni meşgul etmeli. Kırsalda yaşadığımda büyük bir ruh taşıdığına dair umut vaat eden ama ekmeği olmayan bir vatan evladı görürsem, ona elimi uzatır, bir vatandaş olması için eğitirim. Böylece çalışır, ekmek yer, süt içer ve mutlu olur. Eğer bir genç, asilce bir hareket yapar ve insanlıktan nasibini almamış ailesinin nefretini üstüne çekerse, bende olduğu sürece, ekmeğini bende bulmalı.

Evet, sevgilim, o zaman ben severek su içer ve sevdiğim sütü, ona verdiğim değeri görmesi için, kıymetli olana veririm. Sevgilim, beni böylece su içerken gördüğünüzde hoşunuza giderim. Sevgilim, ihtiyaçlarımızı vatandaşlara çok hizmet etmek amacıyla, mantığın ve sabrın takat getiremeyeceği ölçüde sınırlayalım. Sevgilim, bugünlerin rahatından, gelecekteki çocukların mutluluğundan, arkadaşların hoş sürprizlerinden daha uzunca laflayabilirim. Ama susuyor ve size sadece şunu diyorum: ileride oluşabilecek çeşitli şeylerden dolayı bu araziden gönderilmem söz konusu olabilir. Dürüst bir vatandaş olarak, vatanıma borçlu olduğum şeyleri daima yerine getireceğim. Ve sevgilim, sizin için her türlü görevi yerine getirmek, hoştur.» (PSB 1, 60-61)

Anna, ta ki sevgisinden emin olana kadar haftalarca, aylarca şüphe duydu, tarttı, tereddüt etti ve kurtarıcı olan mektuba, 19 Ağustos 1767 tarihini attı.

Bundan kısa süre sonra 1767 Eylül'ünde Pestalozzi, zirai (mesleki) eğitimine katılmak için Zürich’ten ayrıldı. Mektupları Anna’ya arkadaşları ve kardeşleri tarafından gizlice ulaştırıldılar. Meslek eğitimini halkının refahına yönelik bir çalışmanın ön hazırlığı olarak aldığı tekrar tekrar belirginleşmiştir ve girişimlerinin nihai amacının yanındaki birçok insanın da mutluluğunu hedeflemiştir. Fakat üç aylık kış tatilini de kapsayan dokuz aylık bir eğitim sürecinden sonra Pestalozzi eğitimini bitmiş olarak görerek, Tschiffeli’den ayrılarak Zürich’ e dönmüş ve ziraat yatırımcı olarak yola koyulmuştur.